5 Nisan 2013 Cuma

Kedil...

Hakkında..




MEHMET TEKİRDAĞ

1956 yılında Bilecik – Osmaneli’nde doğdu.
Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İktisat Fakültesi’ni bitirdi.
1982 yılında Yönetmen İhsan Yüce’den; oyuncu yönetimi ve senaryo dersleri aldı. Uzun ve kısa metrajlı filmlerde ve belgesellerde çalışmaya başladı.
İhsan Yüce, Ümit Efekan, Ömer Kavur, Olgun Arun, Orhan Aksoy, Güneş Karabuda, Sunar Kural Aytuna, Eyüp Halit Türkyazıcı gibi yönetmenlerle çalıştı.
1987 – 1988 Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi Senaryo Yarışması’nda “Mansiyon” ile ödüllendirildi.
1990 yılında “Kralın Kızı” adlı kısa filmi çekti.
1994 yılında Mersin Kanal 2000 Televizyonu’nda çeşitli programlarda yönetmenlik yaptı.
2002 yılında ‘’Dünya Hali’’ adlı kısa filmi çekti,
2007-2008 yılında senaryosunu ve film müziğini birlikte hazırladıkları Eyüp Halit Türkyazıcı’nın yönettiği “Başkalarının Nefesi” adlı uzun metrajlı filmde oyuncu olarak da yer aldı.
Senaryo, müzik ve resim çalışmalarını sürdürmektedir.



KARMA / KİŞİSEL SERGİLER

1995 Farben für den Regenbogen – Colours for Rainbow
Linz – Avusturya
1997 “Yaşasın Kötülük”
Son Gemi Cafe – İstanbul
1998 Ressam Adil Salih Kolleksiyonu Sergisi
Gülmine Art Centre – İstanbul
2003 University Ste.Marte-Avignon ( Kişisel )
Avignon – Fransa
2005 “Buluşma”
Sabahat Denizhan Sanat Merkezi – İstanbul
2009 Junk Sale
Play Studio – İstanbul
2013 Kedi Yazısı ( Kişisel )
Babil Toplum Kültür Sanat - İstanbul

KEDİL...



KEDİL
Kediyi harf, harfi kedi sanmıştım. İçeriden ve dışarıdan baktım, meğer DİL'mişler...

İnsanın hem kendi kapısını hem de zamanın kapısını nasıl ve neyle açtığı hâlâ merak konusu... Ses, söz ve zaman ne zaman icat oldu? Azını biliyor, çoğunu bilmiyoruz, ya da çoğunu biliyor azını bilmiyoruz. Söz'den önce ses vardı, diye kulağımıza fısıldıyor tarih. Dil, alfabe, harfler ve yazı dünkü çocuk sayılır, diyerek zaman'ın, söz'ün küllerini eşeliyor bir vâkanüvis... Öncesiz ve sonrasız, zamansız ve uzamsız, harfsiz, yazısız ve "dilsiz" olarak algılanan milyonlarca yıl süren bir sürecin, yazının icadıyla bozulmasını müjdeli bir kıymet olarak tanımlıyor tarih: "Yazıdan önce" ve "yazıdan sonra..."
Dilin, yazının ve alfabenin kadim tarihi, Melih Cevdet Anday'ın, "Kuşlar üçüncü zamanda ortaya çıktı/ Aşk tebeşir çağında" dizelerini getiriyor akla. Her şeyin olduğu gibi, alfabenin ve yazının da "icat" edildiği bir tarihsel zaman ve mekan söz konusu. Alfabenin doğuşunun, yazının doğuşuyla eş zamanlı olduğunu, beş bin yıl öncesinde Sümerlerce icat edilen 'çivi yazısı'nın milat olarak tarihlendiğini hatırlatıp geçelim ve yakın tarihe selam verip geçelim. Modern zamanların toprağına ayağımızı basar basmaz, başka cümleler kesiyor yolumuzu: Heidegger 'Dil, düşüncenin ve varlığın evidir', Witgenstein 'Dilin sınırları dünyamızın sınırlarıdır' diyerek yeniden dil ve yazı üzerinde düşünmememizi sağlıyor. Külliyen retçi John Zerzan ise, dilin icadının bir kötülük olduğunu söyleyerek dil üzerine tasnif edilen tüm cevapları soruya dönüştürerek dilsizliği savunuyor.
Vardığımız yer, başladığımız yerdi(r) sanki...
KEDİ YAZISI'sını oluşturan baskı resimlere bakarken, tarih ve merak beni en başa dönüp alfabelerle yeniden tanışmanın eşiğine bırakıyor. Vakti gelmiş olmalı ki, harflerin telaşı, kedilerin uysallığı ikliminde arkadaş oluyoruz. Böylece, ben izleme ve seyir mevkinde üç başımıza bir yazgıya, yazıya ortak oluyoruz. Ben onları yakınıma çağırıyorum onlar beni uzağa, kadim zamanlara götürmek için ellerinden, dillerinden ve harflerinden geleni yapıyorlar.
Böylece, alfabeli, harfli ve kedili bir hikâye başlıyor...
Mehmet Tekirdağ'ın, ele avuca sığmayan, üstelik "merak"la da tanımlanan kediyi; sıçramalarla ilerleyen insanlık tarihi içerisinde sürekli değişip gelişen harflere benzetmesi yıllar öncesine dayanıyor. Bir harfle kedi arasında benzerlik kurma huyu ve merakının KEDİ YAZISI projesinin oluşmasına neden olduğunun yakından tanığıyız.

Daha başından itibaren beni de tanıştırdığı, zamanla bir ressam elinden çıkmış "tarih şeridi" gibi harflerden oluşan "kedi şeridi"ne bakıyorum. Bakıyorum ama, harfler alfabede, kediler ise oldukları yerlerde durmuyor. Bize, estetik bir kaygıyla ölü dilleri, harfleri ve anlamları hatırlatan bu çaba, aramanın ve bulmanın, kaybedip tekrar bulmanın çizgili/çizgisel yolculuğu olarak da özetlenebilir: Kedi figürlerini çizmek için önce kadim alfabeleri ve harfleri seçmek, bazen seçilenleri elden ve gözden kaçırmak, bazen rastlantısal bazen tasarlayarak bulmak ve sonra da o alfabenin içinde kedi çizimine elverişli harflerle hemhal olmak, iltifata tabi bir marifet. Sırlarla ve sihirlerle dolu bu yolculukta ona hem kedilerin hem de harflerin rehber olduğunu; bazen harflere bakıp onları kedi, bazen de kedilere bakıp onları harf olarak gördüğünü, kulaklarınıza fısıldamalıyım. Uzun aramanın ve bulmanın kıssadan hissesi, Tekirdağ, bildiğim kadarıyla başka örneği olmayan, bir tür kendi "icadı" olan bu anlamlı yolculukta, harf gidip, kedi gelmiş; kedi gidip harf gelmiş... Ve sonunda harflerle kedilerin birbirlerine, her ikisinin Tekirdağ'a yardım ve yataklığıyla kedi çizimlerinden oluşan KEDİ YAZISI oluşturmuş...
Tarih; dil korkusu olarak da özetlenebilir: Dilin yanında dil getirmek yerine, dili ötekileştirmek insanın insandan, dilin dilden zarar etmesi. Dilin ve yazının tarihteki rolüne ilişkin olumlu veya olumsuz okumalar bir yana, yazının kullanılmaya başlamasından sonra değişik toplulukların, kavimlerin ve milliyetlerin, modern zamanlarda ise ulus devletlerin, resmi dil dışındaki dilleri, alfabeleri ve o kültürden neşet eden anlamları, inkar ettiklerini ve baskısı altına aldıklarını düşünürsek, bu hatırlatmanın estetik ve politik kıymeti anlaşılabilir. Bazı dillerin öldüğü, bazılarının yok olmanın eşiğinde olduğu bir dünyada böyle bir yazı (alfabe), bunun ima ettiği ve çağırdığı imgenin ne işe yarayacağı sorulabilir. Öncelikle kadim uygarlıkları, kültürlerini ve dillerini, 'harf, harf' yeniden hatırlıyor ve hatırlatıyor Tekirdağ. Bu hatırlamanın ve estetik bir formda, bir imge sistemi kurarak başkalarına da hatırlatarak paylaşmanın keyfi ve keşfi, şimdiki zamanın iyiliklerine ve kötülüklerine daha soğukkanlı bakmamızı sağlayabilir.
Kedinin yazı hevesi insan merkezli dünyanın diline, harflerine çırak durması olarak da o dünyaya itiraz olarak da okunabilir. İlhan Berk'in, şiirlerinin tarihle ilişkisizliğini belirtmek için söylediği 'Kedi beslemem... Tarih de...' sözlerinden el alarak, alfabelerin kedi beslediğinden bile söz edilebilir. "Fazla merak kediyi öldürürmüş" cümlesini aklımızda tutarak çift taraflı bir merak zaten söz konusu. Kedinin merakı, alfabeyi değilse de, bir harfin şeklini bozarak kendisine benzetmek. Şöyle bir anlam dünyası da kurulabilir; günün birinde değişik halkların alfabesine rastlayan alfabe heveskarı kedi, gözünü kestirdiği bir harfin şeklini alıyor, ya da ona yeni bir şekil ve anlam veriyor. Onlar muradına ererken Tekirdağ ne mi yapıyor? O da, elbette harflerin ve tarihin gözü önünde kediyi ve KEDİ YAZISI'nı üstleniyor...
Kedi olmaktan vazgeçmeden ama yeni bir biçime ve anlama bürünerek KEDİ YAZISI'na dönüşen tebdili kıyafet yapan kediler ve harfler daha önce böyle çizilmemişlerdi. Tekirdağ'ın, yerleşik bakışın ötesinde kedilere sırtlarından bakarak, çok renkli ve katmanlı anlamlar kazandırmaya çalışması, tarihi ve günceli tersinden olmasa da sırtından okuyan kediyi ve kedileşen harfi iç içe bir imge olarak insanların zihninde yolculuğa çıkarması önemli.
KEDİ YAZISI projesi, her kavmin kendi diliyle konuşup yazmasının, eğitim-öğretim yapmasının, âşık olmasının, rüya görmesinin tarihin ve doğanın diyalektiği olduğunu, kedilerden ve harflerden el alarak kendine ve bizlere hatırlatmanın estetik görgüsüdür...
Hevesim ve merakım buraya kadar...
Sözü uzatıp, resimlerle aranızda "kara kedi" olmak istemem...
Susma hakkımı kullanarak aradan çıkıyor, sizi KEDİ YAZISI'yla baş başa bırakıyorum...

Sezai Sarıoğlu
(3 NİSAN 2013)
NAR'istanbul

NOT
* Bu proje, Itır Arda'nın çevirdiği, İş Bankası Yayınları'ndan yayınlanan, Carl Faulmann'ın 'Tüm Yerküre'nin, Tüm Zamanların Yazı Göstergeleri ve Alfabeleri' isimli 'Yazı Kitabı'ndan yararlanılarak da hazırlandı.